|
|||
![]() |
Zambak Solmasın, Çiçekler Susuz, Ruhlar İmansız, Canlar da Canansız Kalmasın Diye! | ||
Önder Balyemez | |||
George Orwell, (Eric Arthur Blair) 21 Ocak 1950'de bu dünyadan büyük endişe ve hayal kırıklıkları ile ayrılırken, ardında tüm insanlara her biri birer (şaheser) ders ve uyarı niteliği taşıyan birçok eser de bırakıyordu. Bunlardan birkaçını konu edineceğiz bu yazımıza. Aspidistra ( Zambak Solmasın), Hayvan Çiftliği ve 1984; aslında kendisinden biraz bahsetmek belki faydalı olacak onu ve fikirlerini anlamamızda ve aynayı kendimize de tutup kendi gözlerimize bakarak yine kendi vicdanımızla bir nebze baş başa kalıp yaşantımızı ve dünyamızı sorgulamak hususunda. Kendisi 25 Haziran 1903'te, o zamanlar bir İngiliz sömürgesi olan Hindistan'da doğar, Burma’da (bugünkü Myanmar) polis şefliği yaptığı dönemde yerel halka uygulanan şiddet ve reva görülen muameleler onun vicdanının taşıyamayacağı bir boyuta ulaştığında, bir insan mıyım ben, sorusunu kendisine sormuş ve neticesinde bu görevinden ayrılarak yazarlığa başlamış ve İngiliz sömürge sistemine karşı mücadeleye de girişmiştir. Daha sonra İspanya iç savaşında Faşizme karşı devrimci hareketlerin yanında yer almış ama Hayvan Çiftliği’nde konu edildiği üzere barışçıl devrimci hareketin başarısını kendi sistemi ve varlığı için tehdit gören Stalin tarafından bu hareket ihanete uğramış ve komünist Stalin faşist Franco’ya gizli destek vererek bu mücadelenin yenilgisini sağlamıştır. İşte Orwell çoğu kimsenin görmek istemediğini görüp aslında iktidarların hedeflerinin halkın değil kendilerinin çıkar ve menfaatlerine göre şekillendiği, öncelik ve hedeflerinin bu olduğu gerçeğini insanların zihinlerine yerleştirmeye çalışmıştır. 1984 kitabında, ta o tarihlerde insanlığı belleksiz ve muhalefetsiz (dirençsiz) bir totaliter toplum tehlikesine karşı uyarmıştı. (Big Brother - Büyük Birader) Aspidistra’da ise daha ciddi bir probleme parmak basmış ve kapitalizmin hilelerine karşı özellikle alt ve orta gelir (yaşam) kesimlerini sınıf atlama safsatasına karşı uyarmıştı. Bu kitabında reklam olgusunu rezil bir özendirme olarak tanımlamaktadır. Tıpkı New York'ta, dünyada tanınmış birçok markanın organize ve yönetici merkezinde çalışan bir genç bayanı konu edinen, Lauren Weisberger'in filme de aktarılan, ‘Şeytan Marka Giyer’ romanında açıklamaya çalıştığı acı ve trajik gerçeklerde olduğu gibi. Bu alegorik ve distopik roman, günümüzde de internet ve akıllı telefonlar vasıtasıyla daha bir belirgin hale gelen düşünce polisi ve bizi biri bizi gözetliyor gerçeğini tüm açıklık ve saçmalığıyla ortaya koymaktadır. Ve fakat G. Orwell'ın 47 yıla sığdırmaya çalıştığı insanlığı insanlık karşıtı bu sistemlere dair bilinçlendirme çaba ve mücadelesi, pek bir karşılık bulamamış olmalı ki, günümüz neoliberal ve dijital kapitalist dünyasında insanlar bu sistemlere ateşe koşan pervaneler misali şuursuz ve celladına âşık birer kurban olma hevesinde yarışır olmuşlardır. Biz ise olaya ve bu trajediye biz Müslümanlar (bir inanç ve din iddiasında olanlar) cephe ve vechesinden bakarak gerçeğimizle şöyle bir yüzleşmeye gayret edelim niyet ve isteğindeyiz. Geçen bir televizyon programında şimdiye değin yüzde doksan dokuzu Müslüman olmasıyla övünülen ülkemizdeki yeni durum istatistiki olarak da ele alındı. Katılımcılardan birisi de ülkenin din anlayışını elinde ve dilinde tutan cübbeli bir zat idi. Ve maalesef kendisi bir magazinci eda ve rahatlığında özellikle gençlerin ateist, deist ve agnostik olmalarından güya şikâyette bulunuyor ve kendisinin bir vaazından alınan, argo ve sokak jargonu olan sözlerinden bir pop şarkı yapılmasından ve bu tür vesilelerle gençlerin kendisini ve fikirlerini tanıma şansına sahip olacaklarından dem vuruyordu. Ne acı değil mi Allah'ın kitabı ve Veda Hutbesi (ki insanlığa evrensel çağrı niteliğindedir) hiç ortalarda yokken ve Peygamber (hadisler) adı altında kertenkele öldürmenin sevap yüzdeleriyle anılırken, inançsızlığın ise şimdilik 30’larda olduğu felaketi hangi gerçeklerle değerlendirilip ve çözümler üretilebilinecektir. Evet sayın büyükler, bir zamanlar siyasi bir ironi olarak söylendiği gibi ‘biz ne bilek beyim böyükler bilir’ devri çoktan kapandı. Bildiğimizi sandığımız seraplar kayboldu gitti, o sus pus ettiğiniz kadınlar ve gençler artık daha bir sessizler ve hem kimsesizler ve de eski kav laflara ilgisizler. Ama hayat boşluk da kaldırmaz denir ya; onların ilgilerini celp eden sunumlar var ve kesintisiz bir hizmet veriyorlar sanal âlemin âlim, hoca ve dedeleri. Mark Zuckerberg, Bill Gates, Elon Musk, Jeff Bezos, Metaverse, Blockchain, Amazon ve diğerleri. Onların da var yok sanılan, sanal değerleri, mutlu da oluyor sonuçta tüm katılımcılar yüzleşmek istemedikleri yalancı gerçekleri bir an içlerine çekerek. George Orwell İspanya iç savaşına dair şu anekdotu da düşer, Faşizme karşı devrimci güçler hâkim oldukları bölgelerde özellikle iki şeyi hemen uyguluyorlardı; aç ve açıkta kimse kalmaması ve hiç kimsenin çaresizlikten fuhşa düşmemesi. Bu noktada lütfen biraz durup düşünelim kıymetli okurlar, ahlaklı olmak için ve tam tersinden ahlaksız olmak için kuru inanç ve iddialar mı hayat gerçeğini belirler, yoksa vicdanında hmek mi kendini ve ötekini. Şimdi bizim din efsanecilerine bana dinden bahset desen size günlerce kıssa ve hikâyeler anlatırlar. Sahabi hayatlarından bahsederken gözyaşlarınızı tutamazsınız. Amma velakin siz bunun neresindesiniz derseniz, onlar kim biz kim deyip hemen bir savuşturma ve sıvışma riyakârlığına bürünürler. Onları gören gözler de onlardan ve güya temsil ettikleri inanç ve değerlerden uzaklaşmanın yolunu tutarlar! Örneğin kölelik, Kur'an'ın en fazla üzerinde durduğu bir konu, köle azat etmek hep övgü ve sevinç kaynağı olmuş. Peki, bu tür rivayetleri yıllardan beri anlatan şeyhler, hacılar, hocalar ve dinleyen dindarlar, hiç köle azat ettiler mi. Efendim, kölelik zaten kalktı, köle var mı ve kaldı mı ki günümüzde. Ey nasslardan ahkâm kesenler, namusumuz ve kutsalımıza değmesin diye namahrem eli! Nutuk ve davasının, bu garip ülkesinde; çoğunluğu geçim, kimsesizlik ve fakirlik yüzünden, hatta kanun korumasında her gün vücutlarını (satan) pazarlayan o zavallı binlerce kadına vergi numarası dahi verecek zilletteki yöneticiler ve onların çaresizliklerini istismar eden bu necip milletin kahraman evlatları! Ya siz hangi nass ve nüanslarla amel etmektesiniz. Kırkı mırkı sayma sür gelsin diyen ama Ramazan geldiğinde de kırkta bir zekâtını ve fitresini ihmal etmeyen din gardaşlarım, sizler hiç olmazsa o kefere dediğiniz İspanyol devrimcilerinin gözüyle hiç baktınız mı bu durumlara? Ya sizler sözde insan hakları temsilcileri ve iblisin truva atları feminist riyakarlar, sizler iffetli ve namuslu dindar kadınlara acıdığınız kadar acıdınız mı o zavallılara, İstanbul sokaklarında binler olup yürüdünüz her türlü sapıklık için ama bir kez bir gösteri yaptınız mı bir umumhane önünde, bunu asla yapamazsınız zaten zira şeytani misyon ve misyonerler çok kızarlar sizlere! Victor Hugo der ki; “Fakirlerine sahip çıkmayıp da, onlara el açtıran topluluğun vay haline” ve şöyle devam eder. Allah'a da (Tanrı) inanıyorum ahirete de, ama ölürsem başımda hiçbir papaz istemiyorum, beni seven birkaç dürüst insan olsun yeter. Evet, bizde dinden dem vuranlar ve kendilerini temsil makamında görenler, sizler ne zaman konuşacaksınız mayınlı alanlara dair. Yoksa konforunuz mu bozulur dersiniz. Sahi din niye var ki, şayet hayata müdahil değilse. Kur'an ve O’nun Peygamberi neyin mücadelesini verdi 23 yıl boyunca; namaz, oruç ve kurban için öyle mi, iyi de bu ise neden halkı köle gören ve sömüren oligarşik olanlar karşı çıkarken; köleler, hor görülen, ezilen ve sömürülenler gönül ve hatta bu dava için can verdiler. Ey Kur'an okuyup ama hiç anlamayanlar, tağut ne demek belam kime denir? Kur'an tüm davasını Hakk’ın razı olacağı özgür ve onurlu bir hayat inşası üzerine kurmuş, sosyal adaletin ve eşitliğin sağlandığı bir yaşam. Kölenin ve efendinin olmadığı, tüm bireylerin Allah'a kul ama kula kul olmadıkları bir nizam. Fakir, miskin ve yetimlere duyarsız bir dindarlığı, vay o namaz kılanların haline, veyl olsun onlara diyen bir Rabb ve komşusu açken tok yatan bizden değildir, diyen bir Elçi! Hikâye çok, gerçek tek! Ey büyükler, kadın ve gençler gelin demiyorum lütfen gidin arayın o acı gerçeği bulun ve tüm insanlara da sunun ama bulduğunuz şeyin sizin gerçekliğiniz olduğunu da asla unutmayın ve kimseye de dayatmayın. Başkasının kötü olması ne beni ne seni iyi ve ahlaklı yapmıyor, güzellik bakım ister, ilgi bekler tüm çiçekler. İşte şimdi ve bu noktada gelin diyorum Anadolu'yu bize yurt kılan ruhun izini sürelim, Hoca Ahmet Yesevi'nin nefesini bu toprağa ve ruhlarımıza üfleyen Hacı Bektaş-ı Veli, Taptuk Emre, Sarı Saltuk ve daha binlerce Horasan erenlerini yolumuza kandil, ekmeğimize katık ve en önemlisi de hamurumuza maya yapalım. Belki işte o zaman gelin canlar bir olalım sözü gerçek, sultanların ve şahların ayırdığı gönüller bir, İmam Cafer Sadık da bize hem imam hem de pir olur. Belki ve en güzeli de İslam insanlığa tekrar bir nur ve kurtuluş olur. Değilse bizlere ve bu topraklara daha çok keder ve yazıklar olur. Bu yazımızı da bu duygu ve düşüncelerle bitirirken, sizleri sanatın her şeyi bir kıvama getiren önemli ögelerinden biri olan müziğe ve Uğur Işılak'tan ‘(Özeleştiri) Daha Neyimiz Kaldı’ isimli eseri dinlemeye davet ediyorum. Önder Balyemez |
|||
Etiketler: Zambak, Solmasın,, Çiçekler, Susuz,, Ruhlar, İmansız,, Canlar, da, Canansız, Kalmasın, Diye!, |
|